27,1565$% 0.12
28,9011€% -0.03
33,2381£% -0.33
1.680,50%0,37
2.775,00%-0,18
722413฿%-0.0282
Medeniyetimizde yazı, sadece bezenmiş bir levha mıydı, yoksa daha ötesi, bize Güzel’i güzelle görmeyi gösteren bir kandil miydi, hiç düşündük mü?
“Allah ikbal sahibi, varlıklı kullarının evlerinin duvarlarını, bazen o duvarda yuva yapmış oynaşıp duran küçük kuşların yuvası bozulmasın diye ayakta tutar.” mânâsındaki beyti görüyoruz, Hamid Aytaç’ın ta’lik hattıyla yazmış olduğu yukarıdaki yazıda.
Ta’lik hattının menşei İran’dır. Hattat Buharalı Derviş Abdi tarafından İstanbul’a getirilmiştir. Yesârî Mehmed Esad Efendi ile ta’lik hattı Osmanlı hat sanatında yeni bir üslûp olarak doğmuştur. (Mehmed Esad Efendi, vücudunun sağ tarafı felçli olduğu için sol eliyle yazmasından dolayı Yesârî ismiyle anılmıştır.) Sonrasında ise oğlu Yesârizâde Mustafa İzzet Efendi bunu dönüştürerek İstanbul’da yeni bir celi ta’lik üslubu oluşturmuştur.
Ta’lik, harekesiz bir yazıdır. Sadeliği ve zarifliğiyle birlikte kendi içinde bir süsü ve ahengi vardır. Daha ziyâde çeşme ve sebillerde kullanılan ta’lik yazı adeta su gibi akar. Aynı zamanda kitâbe ve mezar taşlarında da sıkça karşımıza çıkar. Cami içi levhalarda, tekkelerde ve evlerin duvarlarını süslemede de ta’lik hattını görmekteyiz. Ayrıca Farsça ve Türkçe beyitlerin yazımında ve divan tertibinde de tercih edilmiştir.
Aşağıda, Sultanahmed Camii’nde ta’lik hatla yazılmış olan “El kâsibu habîbullah: Çalışıp kazanan kimse Allah’ın sevgili kuludur.” mealindeki hadis-i şerif levhasına bakıyoruz.
Mahmud Bedreddin Yazır, Kalem Güzeli kitabında bununla ilgili hâtıratını şöyle anlatır, gelin kendisinden dinleyelim:
“Birinci Cihan Harbinde askerlik münasebetiyle tanıştığım Macaristan’lı ressam ve subay bir arkadaşım vardı. Ara sıra İstanbul camilerini, müze ve kütüphanelerini birlikte gezer, her çeşit sanat eserlerini ziyaret ve tetkik ederdik. Bir gün, Sultan Ahmed Cami’indeki Melek Paşazâde Ali Haydar Bey merhumun ta’lik celisi “El Kâsibü Habîbullah” levhası önünde bulunuyorduk. Arkadaşım ona baktı da, sonra bana dönerek:
-Dostum! Bu sizin yazılarda bir hâl var. Çok dikkat ediyorum, ilk bakışta sade bir renk, geometrik bir sessizlik, baktıkça harekete geliyor, canlanıyor, cilveleniyor. Önce bir tatlı bakış, arkasından yavaş yavaş içe süzülen canlı bir akış, sessiz bir armoni içinde rûhu oynatan metafizik bir mûsiki var. Lâkin ondaki ahengi kulaklar duymuyor, içler dinliyor, dinledikçe bir başka âleme yükseliyor. Bakarken ne oluyor anlamıyorum, içimi içine çeken büyüleyici bir çehre, bir güzellik denizi, sevimli titreşmelerle gönlümü ferahlatan bir hava, derken bir melek sesi ve nefesi kadar gizli ve ılık bir okşayış ve sarılış içinde kalıyorum; o, ben; ben o oluyoruz gibi bir şeyler oluyor, sizde de böyle şeyler olur mu? demişti.”
Peki, bizde neler oluyordu? Yalnız sanat eseri gözüyle değil, aynı zamanda Güzel’i (c.c.) anlatan ve hatırlatan medeniyetimiz bize neler söylüyordu? Medeniyetimizde yazı sadece bezenmiş bir levha mıydı, yoksa daha ötesi, bize Güzel’i güzelle görmeyi gösteren bir kandil miydi, hiç düşündük mü?
Yazar: Sümbül Sokak – İS MÜREKKEBİ –
Okan Bayülgen’den Kahve Belgeseli
Veri politikasındaki amaçlarla sınırlı ve mevzuata uygun şekilde çerez konumlandırmaktayız. Detaylar için veri politikamızı inceleyebilirsiniz.